Çocukluğumuzun son demleri, ortaokul başlamıştı, çocukluğu geride bırakmanın sancısı imde yer ediyordu. Büyüyordum, büyüdüğümün farkındaydım ama farkında olmayı hiç istemiyordum. Bir insanın en kötü dönemindeydim aslında, ne büyüktüm ne de çocuk. Büyümek için çok erkendi, çocuk olmak içinse çok geç. Ve işte tam burada, bir insanın canı ne kadar yanarsa, o kadar yanıyordu canım. Oyun oynamak için fazla büyüktük, çalışmak için yeterli yaştaydık ama söz sahibi olmak için küçüktük. Büyüklerin istedikleri her şey için büyük, istemedikleri için küçüktük. Yani bütün yaşamımız hala büyüklerin elindeydi ve bize karar verme hakkı vermek istemiyorlardı.
Ortaokulun ilk yılı geçmişti, biz yeni eve taşınmıştık ve insanlar Müslüm Gürses konserlerinde kendilerini kesiyor, Ahmet Kaya konserleri yasaklanıyordu. 90’ların başlarındaydık, küçük Emrah büyümüş, ülke askeri darbeden sonra ekonomik darbe ile vurulmuştu. İstanbul’un taşı toprağı altındı ama gelenlere yer açmaktan, altının yerini beton binalar almış, o kadar çok insan gelince bulacak altında kalmamıştı.
Ortaokulda ikinci yılım başlamıştı. Okula, öğrencilere yeni yeni alışıyordum, havalar hala sıcaktı, okulda sınıflar kalabalık ve havasızdı. Hala en sevilen zaman teneffüslerdi ve Polat alemdarlar hayatımıza girmemiş, en büyük kahramanımız Kara Murat ve yeni başlayan atari salonları furyasındaki street fighter oyunundaki dövüşçülerden ibaretti. Oyunlarımızda kimse terörist olmuyor, kimsenin beyni dağılmıyordu. En büyük düşmanımız kahpe bizans’tı.
Susardım uzun zaman. Çok sık konuşmazdım okulda. Konuşacak bir şeyde b ulamazdım ki zaten. Ve bir gün…. Ortaokulun ortalarında bir gün…. Dışarıda hava sıcaktı, ben ise gölgede bir arkadaşımla ryu’ mu ken2mi daha iyi dövüşüyor diye tartışıyordum…. Büyüdüğümü anladım o gün….
Canım yandı, içimden bir şeyler akıp gitti ve ben onu gördüm. Nereden geldiğini bilmiyordum, adının ne olduğunu bilmiyordum. Ama görmüştüm işte, yeşil gözlerini, kıvırcık uzun saçlarını… içimden fırtınalar kopuyordu, ben çocukluğumdan kopuyordum.
Konuşmak istedim, içimde birikenleri söylemek istedim ama konuşamadım. Konuşamıyordum. Aslında olmayacağını o an anlamıştım. Söylesem de, konuşsam da olmayacaktı.
Konuşamadım…Konuşmadım… Uzun zaman içimde tuttum dudaklarıma gelen cümleleri. Canım yandı, içimde fırtınalar koptu onu gördüğüm zamanlar ama yapmadım… Yapamadım… Çünkü biliyordum, türk filmlerindeki gibi olmuyordu aşk.. sınıf farklarını unutturmuyordu. O, ülkenin en batısından gelmişti, zengindi ama ben, bu ülkenin doğusundan gelmiştim ve okumak için okul çıkışı akşam dokuza kadar çalışıyor, o halde bile bazı günler aç gidip geliyordum okula.. O günlerde öğrenmiştim, samanlığın seyran olmadığını, iki çıplağın bir hamama bile fazla olduğunu…
Suskundum, aklımdan çıkmıyordu hiçbir zaman gözleri… Ben büyüyordum. Annem sormuştu birkaç defa, ne olduğunu, neden suskun olduğumu… ona bile söyleyememiştim. İçimde giderek büyüyen bir yalnızlık oluyordu ama ben kimseye anlatmıyordum. İkinci sınıf bitti, okullar tatil oldu ve o, bu şehrin daha güzel bir semtine taşındı.
Kalbimde sızı ile geçti bütün yaz, kalbimde sızı ile geçiyor bir ömür. Şimdi nerede, ne yapıyor bilmiyorum, gittiği günden beri görmedim onu, ya da bir yerlerde karşılaştıkta tanıyamadım.
Bütün bir yaz sormuştu annem neyim olduğumu, neden suskunlaştığımı!.. Ben ahla söyleyemiyordum neler olduğunu…
İnsan nasıl anlar büyüdüğünü? Uzayan boyu, kalınlaşan sesinden mi?..
Hep böyle öğretmişlerdi ya bize, boyu uzuyorsa büyüyordur, sesi kalınlaşıyorsa büyüyordur, bıyığı terliyorsa askerlik çağı gelmiştir..vs…. diye…
Değil işte, öyle olmuyor hiçbir şey… Duygularıyla anlıyor insan büyüdüğünü, canı yandığında, mutlu olduğunda, ağlamanın ne olduğunu anladığında anlıyor büyüdüğünü…
“Sizi bir ömür boyu sevecektim ama aşık oldum” demişti bir yazar. Doğru!...Bende en çok ailemi sevecektim, onarlın dışında kimseyi sokmayacaktım yüreğime ama….
Olmuyor işte, ne desek, ne yapsak olmuyor. İnsan aşık oluyor ve işte o zaman anlıyor, çocukken söyleyen ve verilen sözlerin değişebileceğini…
Hani hep sorarlardı ya; “büyüyünce ne olacaksın?” diye… işte ben o gün, yazdan kalma bir okul gününde, ortaokulun bahçesindeki kavak ağacının altında bulmuştum o sorunun cevabını!...
Anne; ben aşık oldum…..