Okuyucuya not: Bu yazı, "İnsanların maymunlardan gelmediğini ispat edebilir misiniz?" diyerek sorulmuş bir soru üzerine tamamen eğlence olsun diye yazılmıştır.
Geçen sabah, çay almak için ocağa indiğimde Çaycı Mehmet abinin telefonda, “maymun suratlı karı” diye bağırdığını duydum. Bu oldukça şaşırtıcıydı, çünkü Mehmet abi sıkı bir hayvan severdir. Oysa karısına zerre kadar sevgi beslemediğini cümle alem bilir. Çay doldurur gibi yapıp, süren telefon görüşmesinin ayrıntılarını yakalamaya çalıştım. Kabul ediyorum, özel konuşmalara herhangi bir uzvumuzu sokmamalıyız. Ancak ne yapabilirim ki altı üstü insanım. Dedikoduya meraklı olmamda bir suç değildir değil mi?
Telefonu çattt diye kapattığı sırada dayanamadım. “Mehmet abi” dedim. Ters ters bakıp bıyıklarını oynattı. “Ne var” dedi. O sırada bu soruyu sormamam gerekiyordu, biliyorum. Ama şu dayanılmaz merak duygusu... Annem söylüyor hep, “seni bu merak yüzünden bir gün çok fena cırlatacaklar” diye. Ne demek istediğini ısrarla anlamak istemiyorum. Fesat kadın işte.
Neyse, “Mehmet abi, karına niye öle sıfatlar takıyorsun, biraz ayıp değil mi?” dedim. Gözlerini devire devire üzerime doğru gelmeye başladı. Aha dedim annemin dedikleri çıkmak üzere.
Oturduğum yerden kalkamadım. Önümde geldi durdu. Bir sandalye çekti. Oturdu.
“Bak kızım” dedi. “Bakim abi” dedim. (sıkıyosa deme..) “Hani bilim adamları filan zırvalıyorlar ya insanlar maymunlardan gelmiştir diye.” “Evet abi” dedim. “Yalan o kızım, maymunlar insanlardan gelmiştir” dedi. O an anladım ki, uzun bir sohbet olacak ve müdürüm olacak herif beni yerimde bulamadığında dolmalık kabak gibi oyacak. Fakat yerimden kalkmak şöyle dursun, gözümü bile kırpmamamın daha akıllıca olacağına karar verdim.
“Bir maymun düşün .” Uzun süre düşünmeye çalıştım. Olmadı. Böyle stresli bir ortamda maymunun anca kuyruğu geliyordu aklıma ki o da düşünmekten sayılmazdı. Dayanamadım, “cinsi ne olsun abi” dedim. Cins cins beni süzdü. E haklıydı haklı olmasına da bin çeşit maymun türü geçiyordu gözümün önünden.
“Vervet maymunu olsun” dedi. Bu adam nerden biliyordu Vervet leri diye ben kendime sormaktan vazgeçtim, siz hiç sormayın.
Çaresiz “peki” dedikten sonra birdenbire ayağa fırladı. Tezgahın arkasına doğru gitti. Eğildi. Şimdi kaçtın kaçtın kızım deyip tam fırlayacakken, elinde kocaman bir kitapla dibimde bitti. Kaş, göz yapıp “hayırdır” der gibi baktı. Hayrı mı kalmıştı? Boynumu büküp, yok bir şey der gibi kuzu kuzu oturdum yerime.
Gömlek cebinden gözlüğünü çıkartıp, taktı. Müthiş bir buluş yapan mucit edası ilen sağ elinin işaret parmağını diline sürtüp, kapağını açtığı kitabın yapraklarını patır patır çevirmeye başladı.
Çenesini tutamayan bu salak insana ki o ben oluyorum, biraz küfretseniz çok makbule geçecek arkadaşlar. Ne de olsa hak ediyorum. Etmesem ne diye kendime küfrettireyim değil mi?
“Bilimsel açıdan bakıldığında Adem ve Havva yok. Yani o herifler olmadığını varsayıyorlar. E böyle bir varsayımdan yola çıkarlarsa, illa ki insan oğlunun maymundan geldiğini zannedecekler. Kaldı ki bunlar müneccim boku yemediği için, o devirlere gidip olayları yerinde inceleyemediklerinden, bulduklarını zannettikleri şeyleri gerçek olarak sunacaklar. Yarın öbür gün başka birisi çıkacak, yok kardeşim senin söylediklerin doğru değil, bak ben gecelerimi günlerime kattım, çalıştım çabaladım, bunu buldum. Ben buldum sen artık işe yaramayan bir insansın diyecek. O zavallı bilim adamı ölmüşse mezarında ters dönmeyecek mi sanıyorsunuz ya da Allah muhafaza yaşıyorsa ayçiçeği gibi içine kapanmayacak mı? İçine kapanmış bir bedeni kabak çiçeği gibi açmanın ne meşekkatli bir iş olduğunu biliyor mu bu ruhsuz yaratıklar. İnsanların duygularıyla oynamanın kime, ne yararı var sorarım sana... İşte bu bilimsel bakış açıları nankörlüğün temel taşlarını oluşturur kızım.”
“Anladım...”
“Ne anladın bakalım, öyle anladım demekle kurtulma şansın var mı sanıyorsun. Bak bu neslin en büyük hatası her şeyi anladıklarını zannetmeleri. Oysa bir halttan anladığınız yok. Anlamış olsanız ülke bu hale gelir miydi he, sana soruyorum hişttttt çevirme başını o taraflara....”
Anladığımı anlatmamın ne zor olduğunu ben bu adam nasıl izah edecektim? Edemeyecektim. Ne desem başka bir tarafından anlayacağını ise yaklaşık 5 dakika evvel zaten kavramış, suyuna gitmenin daha iyi bir fikir olduğunu anlamıştım. Mevzuyu maymunlara çekmenin aklıma, fikrime ve devletime zeval vermeyeceğini düşünerek sordum.
“Öyle olduğunu varsayalım abi, yani Adem ve Havva vardı, yaşadı, ilk insan neslini onlar meydana getirdi. Bunun maymunların bizden gelmesi ile alakası nedir tam olarak? Bildiğim kadarıyla, tüm dünya ve içindeki mahluklar yaratıldıktan sonra bu çiftimiz dünya sularına iniş yapmışlar. Bir açıdan baktığımızda, maymunlar insandan önce yaratılmış olmuyor mu?”
“Baktığın açının derecesi ne kızım? Bilirsin açı dediğimiz şey derece derece, sen hiç cehennem ateşinde derecelendirildin mi? Oturup cayır cayır yandın mı? He, kaçırma gözlerini öyleee...”
“Neyse, Adem ve Havva yeryüzüne indiğinde, henüz dünya üzerinde, değişik politik görüşler yoktu. Çünkü topu topu iki kişiydiler ve Havva kocasına tabi yaşardı. Kendileri nasıl anlaşırdı, bilemiyoruz. Anlatılan hikayelerde kendileri ve çocukları birer edebiyat uzmanı gibi konuştuklarından, insan oğlunun maymundan gelmiş olma ihtimali zaten ortadan kalkıyor. Alfabenin, yazının icadı daha yakın zamanlara rastlıyor ise de Adem ve Havva nın ve dahi çoluk çocuklarının bizden iyi Türkçe konuşmalarını ben bile anlamış değilim.”
“Türkçe mi konuşuyorlarmış?”
“Baksana kızım, o kadar beyin doldurulmasından sonra sende de öyle bir intiba uyanmıyor mu? Allah ı erkek sanmamız gibi. Allah ana diye bir hitap şekli duydun mu herhangi bir dinde. Hep baba der dururlar. Oysa bu durumda kadının doğurganlığının bile bir işe yaramadığının apaçık göstergesi değil midir? Demek ki erkekler herhangi bir zamanda ama her konuda bu kadın milletinden bir şekilde üstünmüş. Bakma şimdi ellerinde maymun olduğumuza...”
“Heh abi, ağzını öpim, ne güzel maymun dedin, konuya geri dönsek?”
“Tamam, varsayıyoruz şimdi. Varsayalım, Adem ve Havva indiler dünyaya. Ancak herhangi bir iletişim yolu bilmiyorlar.”
“Bilmesinler.”
“...”
“Mantıksız gelmiyor mu sana da. Bunlar birbirleriyle iletişemiyorlarsa nasıl çocuk yapmışlar?”
Vallahi burada gülerek hatta kahkahalar atarak, “sen hanımla nasıl yaptıysan, öyle yapmışlardır” demek vardı ama ortamı ve fiziki haritamda herhangi bir deri parçamı gerdirmemek adına sustum. Sezdi mi nedir ne düşündüğümü, bakışları yine acayipleşti.
“Sözün özü şudur ki, maymunlar insanların evrim geçirmiş halleridir.”
“...?”
“Anlamadın değil mi, anlama zaten, anlasan hala bu şirkette sürünüyor olmazdın”
“Ayıp oluyor ama, ben burada kişisel mücadele adına barınıyorum. Burayı baştan düzeltip, yeni bir sistem yaratacağım. Bu sistemde herkes eşit köle olacak. Başımızda ki bile -ki bir başımız olursa- O da aynı seviyede yaşayacak.”
“Ne bu kızım manyaklaştın mı?”
“Neden olmasın abi, neden herkes bir orman gibi kardeşçesine yaşamasın, söylesene bana”
“Doğaya aykırı yavrucum. Sen büyük ve güçlü bir ağacın dibinde biten yeni yetme bir filizciğe acıyıp, dur bakayım sen güneş alamıyorsun, yetişip adam gibi bir ağaç olamayacaksın. Dallarımı çekeyim de biraz kenara sende faydalan dediğini gördün mü, duydun mu?”
“Her ideal, dünya gerçeklerine uymak zorunda değil canım. Düşünmekte mi yasak?”
“La havle...”
“Dünyaya inen bu çiftimiz, üreme işlemine başladığı sırada, inanılmaz bir hıza kavuştular. Tavşan filan kar etmez hale gelmişti. Haliyle o devirde doğum kontrolü yok, zaten olsa ne olacak, bunlar çocuk yapmayalım, ileride yaparız. Şimdi hayatımızı yaşayalım, birbirimizle ilgilenelim deselerdi, Allah muhafaza neslimizin ilerleyişi başlamadan sükutu hayale uğrayacaktı. Neslimiz büyük bir hızla büyüdü. Dağlara ovalara sığmaz hale geldi. Tam o sırada Allah baktı olacak iş değil, bunlara yürü ya kulum dedik ama dur demedik, o ara dinozorları peyda etti...”
“Dinozorları...?”
“Kesinlikle. İnsanlar, baktılar pabuç pahalı, saklanma konusunda enteresan yollar geliştirdiler. Buna şimdiki zamanda kamuflaj diyorlar. Dinozor nesli, insan neslini belli bir seviyeye indirdi indirmesine de bu arada insanoğlunda garip gelişimler meydana geldi.”
“Ne gibi...?”
“Topluluk halinde yaşayanlar dışında, bir çoğu ağaç tepelerinde, tundralarda, maki diplerinde toplumdan uzaklaşarak –toplumdan geriye ne kaldıysa- tek başlarına yaşamaya başladı. Bu tiplerde bir nevi soyutlanma oluştu. Dinozorların hayatlarına yaptığı en büyük ve geri dönüşümü imkansız etki bu olmuştur. Tek başına yaşamaya alışan insanoğlu, yaşadığı ortamın mevsimsel ve çevresel etkilerine karşı bir çok fiziki değişim göstermek zorunda kalmıştır. Bilirsin ki, nefes alan her canlı içinde inatçı bir yaşama isteği barındırır. Öyle bön bön baktığına göre bilmiyorsun, olsun. Zaten nefes aldığından bile şüphe duyulası bir kızsın.”
“Ya Allah Allah, taktın sen de bana, anlat sen dinliyorum...”
“Öyle tabi ki, bir eğlenceye gidiyor musun, evden işe işten eve, yakında orandan burandan dallar, yapraklar çıkınca anlarsın...”
“Tövbe yarabbiiiiiiiiiiiii....”
“Onu diyorum bende, bireysel yaşama alışan bu insanlar, kendi çaplarında geliştirdikleri kamuflaj teknikleri sayesinde hayatta kaldılar. Yaşadıkları yerler itibari ile hep tetikte olduklarından dolayı, anatomilerinde ufak yollu değişimler baş göstermeye başladı. Kambur durmaya başladılar mesela, derken kış geldi. Öle dımdızlak yaşanmaz ki kıllaşmaya başladılar. Etraftaki tehlikeleri algılayabilmek için, 5 duyu organlarında müthiş bir gelişim oldu. Süpersonik kulaklar, dağları delip arkasını gösteren gözler, dokunduğu yeri yakan eller, şeker gibi diller, bir de havayı koklayınca etrafta kim nereye napmış duyumsayabilen bir burun.”
“Öhööö öhöööööööö”
“Ne oluyor?”
“Abi biraz atıyormuşsun gibi gelmeye başladı”
“Ne ilgisi var kızım, insan gibi, teeeeeeeee atalarının ne hale geldiğini anlatıyorum, iyi dinle”
“Peki, madem...”
“Doğal olarak, boyları ufaldı, kolları güçlendi. Şimdi maymun diye adlandırdığımız neslin gelişimi aynen vuku buldu.”
“Bu mudur yani?
“Değil tabi ki bununla biter mi? Birkaç sene boyunca yalnız başına yaşamış, kendi kendilerini doğa karşısında koruyamayıp asimile olmuş olan bu insanlar, daha sonra kendi soydaşları tarafından alay malzemesi, kötüleme sıfatı haline getirilmiş, soylarına soplarına halel getirmek sureti ile demir parmaklıklar arasına hapsedilmiş, belgesel çekilecek de bir kaç normal kalmış insan eğlendirilecek diye, özel hayatlarının içine edilmiş, bununla da yetinilmemiş, ırkları kırımdan geçirilip tüketilmeye çalışılmıştır. Fakat onca senenin ızdırabını yaşamış bu maymun-insanlara ne olur ki, basıp kalayı sülalelerine yaşamaya inatla azmetmişlerdir. Heyt be kim tutar seni insanoğlu, daha dibini bulamadın bu dünyanınnnn...”
“Mehmet abi su getireyim mi, bir tuhaf oldun?”
“Yok kızım yok ben bir tuhaf olmadım, aslımı gördüm, hayat mı ulan bu. Ben gidiyorum.”
“Nereye abi?”
“Kendimi atalarımın yanında yaşamaya mahkum ediyorum, yeter çektikleri bu ızdırap, belki orada evlenir, çoluk çocuğa karışırım..”
“Abi, iyi değilsin sen. Otur ben yengeyi çağırayım...”
“Ne yengesi beeeeeee, bırak ulannnnn, aaaaaaaaaaaaaaaaa..."
Çiğdem Ağbulak